29 Ağustos 2021 Pazar

BDU Koşmaya devam-Yılmaz Parlar





 BDU Koşmaya Devam


Ekonomik İşbirliği ve Diplomatik Koalisyon vizyona sahip BDU Uluslararası İşadamları ve Diplomatlar Derneği “ Geleceğin Geleceği ” temalı SHK FUARCILIK ile Uluslararası Sağlık Turizmi & Gastronomi & Hijyen Fuarı ve Zirvesi gerçekleştiriyor.



Uluslararası hukukun izin verdiği sınırlar içinde, Dünya çapında barış, iyi niyet ve işbirliği köprüleri kurmak, eğitim ve ağ oluşturma yoluyla iş ve diplomasideki merkezi rolü hakkında farkındalık yaratma amaçlı BDU, yeni kurulmasına rağmen yeni projeler için, aylık geleneksel toplantısıyla tüm üyeleriyle bir araya geldi. 


Sürekli eğitim forumları, ağ oluşturma fırsatları ve mentorluk sağlayarak, Bilim, Teknoloji, Kültür-Sanat, Spor, Eğitim gibi konuları destekleyen kar amacı gütmeyen bir kuruluş olan BDU’nun ikinci toplantısında; Yönetim Kurul Başkanı Musa Karademir, Başkan yardımcısı Musa Soysal, Yönetim kurul üyeleri Aslı Gültekin, Mehmet Nuri Kaynar, Tahir Taş, Yılmaz Parlar, Bursa temsilcisi Yavuz Uzun, Kuveyt temsilcisi Nalan Özkan, Katar Temsilcisi Recep Demir, Ukrayna temsilcisi Cevdet Külekci, SHK Fuarcılık Sevda Korkmaz, Hakkı Korkmaz,  TÜRFED Federasyon kurucu Başkan yardımcısı Tüketici Sorunları Derneği Genel Başkanı Dr. Deniz Öner, TÜRFED Federasyon kurucu Başkan yardımcısı, Tüketiciyi Güçlendirme Derneği Genel Başkanı Jale Yanılmaz, SHK Fuarcılık Yönetim kurul üyeleri ve BDU üyeleri hazır bulundular.



Kalamış Marina Peysage Restaurant’da gerçekleşen yemekli toplantıda Başkan Musa Karademir tarafından, Sağladıkları destekler ve çalışmalarından Dolayı Katar temsilsici Recep Demir, Kuveyt Temsilcisi Nalan Özkan, Ukrayna temsilcisi Cevdet Külekci’ye teşekkür plaketi verildi


Toplantı esnasında, 26-27 Kasım 2021 tarihleri arasında, İstanbul Wow Otel Kongre Merkezi’nde “Geleceğin Geleceği” mottosuyla uluslararası düzeyde zirve ve fuar düzenleyecek BDU Uluslararası İş İnsanları ve Diplomatlar Birliği ve SHK Fuarcılık zirve hakkında açıklamalarda bulundular.



Covid 19” ve “Pandemi” son iki yılda dünyanın en çok kullandığı iki kelime oldu.


BDU Diplomatlar Birliği Genel Başkanı Musa Karademir, “Covid 19” ve “Pandemi” son iki yılda dünyanın en çok kullandığı iki kelime oldu. İnsanlığı derinden sarsan salgın hastalık, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlar başta olmak üzere pek çok değişikliğe yol açtı. Davranışlar, alışkanlıklar değişti. Yeni dünyanın kodları olarak da tanımlayacağımız bu sistemde, sağlık, eğitim, iş hayatı, sosyalleşme araçları, tüketim alışkanlıkları yeni nesil davranış ve alışkanlık biçimine dönüşüyor. Kamu kurumları, şirketler, üniversiteler başta olmak üzere, her sektör baştan aşağı bu dönüşüme ayak uydurmak zorunda. Yeni Ekosistemde; “Sağlık Turizmi, Gastronomi ve Hijyen/Temizlik Sektörleri”nin Tüm Paydaşları “Uluslararası Sağlık Turizmi & Gastronomi & Hijyen Fuar ve Zirvesi”nde bir araya gelerek, bugünü ve geleceği ele alacaklar. “dedi.



Sürdürülebilir bir ekosistem kurmayı, ülkemizden ve yurtdışından gelecek olan katılımcı ve konuşmacılarla, geleceğin geleceğini sektörler bazında bütüncül değerlendirmyi amaçladıklarını söyleyen Karademir, “Bu çerçevede amacımız; İşbirlikleri, yatırım fırsatları, B2B görüşmeleri, ticari ve insani birliktelikler ile yeni ortaklıklar için zemin oluşturmaktır.” İfadelerinde bulundu.

Yürütme Kurulu Başkanlıklarını BDU adına Nalan Özkan, SHK adına ise Hakkı Korkmaz yapacağı “Uluslararası Sağlık Turizmi & Gastronomi & Hijyen Fuar ve Zirvesi” iş birliği protokol imzası sonrası  SHK Fuarcılık Adına Sevda Korkmaz yaptığı konuşmasında “ gerçekleşecek olan bu organizasyonda, bir yandan sektörlerin tüm aktörleri fuarda yerlerini alırken, diğer yandan da sektörlerin önde gelen isimleri, sektörün geleceğini, yapısal veya kurumsal değişim ve dönüşümü çeşitli oturumlarda, workshoplarda ve panelde tartışacaklar.” Şeklinde zirveyi özetledi. 



Yıllık Eğitim Forumlarla bilgi genişletmeleri, becerileri yenilemeleri, düzenli eğitim ve katılım programları sağlamanın yanı sıra yapılandırılmış mentorluk ve mesleki gelişim için ilişkiler kurmaya yardımcı olmayı, bireyler, hükümetler ve kültürler arasında iletişimi, anlayışı ve işbirliğini kolaylaştırmaya kararlı en üst düzeyde toplu uzmanlık ve eğitim, bilgi ve tavsiye sağlamayı ve Dünya’nın dört bir yanından meslektaşları yeniden bir araya gelmelerini sağlamayı amaçlayan kapsamlı bir kaynak koleksiyonuna sahip BDU’un toplantısında sürpriz yaşandı, Küveyt Temesilcisi Nalan Özkan’ın, Katar Temsilcisi Recep Demir’in, BDU üyesi Özlem Akyüzlü’nün müşterek  doğum günü kutlaması oldu.

Kalamış Marina Peysage Restaurant’ın  nefis yemekleri eşliğinde görkemli pasta üyelere ikram edildi.


yilmazparlar@yahoo.com

 

22 Ağustos 2021 Pazar

Osmanlı Köşesi-Osmanlı Saray Mutfağı-Yılmaz parlar





 Osmanlı Saray Mutfağı

“Restaurant”ın Aynası Misafirleridir.

Son yıllarda, neredeyse yok olan, “Osmanlı Saray Mutfağını” dolayısıyla Türkiye Gastronomisini Küresel çapta tanıtmaya kendini adayan, Sultan Köşesi Restaurant ve Hotel sahibi turizmci, araştırmacı yazar, gazeteci Recep İncecik 

“Osmanlı Saray Mutfağı” hakkında derya bilgilerle donanımlı.

Turizm Promoteri.    



Recep İncecik, güçlü ve eşsiz  “Osmanlı Saray Mutfak” kitapları koleksiyonundan yola çıkarak benzersiz özel yemek tariflerini yıllarca deneyimlemiş gerçek lezzet ölçü birimlerine ulaşmış, yerli ve yabancı misafirlere bu zengin mutfağı tanıtma misyonunu üstlenmiş, eğitimi dışında çocukluğundan günümüze mutfakda büyüyen bir gastronomi, turizm promoteri.    

Yabancı turistlerin göz bebeği Sultanahmet imajını ve ününü zenginleştiren bir dizi eylemlere bağlantılı olan Osmanlı Kültürünü ön plana çıkaran SultanAhmet Küçük Ayasofya caddesi No 6 adresde bulunan mekanında başda kendisi olmak üzere yetenekli şefleriyle, Osmanlı mutfak geleneğini modern gastronomik konseptlerle güncelleştiriyor.

Dünyada yegane çok zengin mutfak özelliğine sahip

Osmanlı Saray Mutfağı; Osmanlı İmparatorluğu yüzyıllar boyunca devasa coğrafyaya hükmetmiş, birçok milletin kültürlerini sentez yaparak zaman içinde kendine özgü damak tadına uygun lezzet yaratmış.

Birkaç farklı binalarda kubbelerin içinde yaklaşık 300 uzmanlaşmış  mutfak personeli bulunduran, Osmanlı Sarayı, Dünyada yegane çok zengin mutfak özelliğine sahip olmuş. 



İyi yemek iyi malzemeden oluşur

Osmanlı Gastronomi, iyi yiyecek ve içecek sunulandan çok daha fazlasıdır. Yemeğin hazırlanması, kimyası, sindirimi, insan vücudu üzerindeki psikolojik etkisi, seçimler, gelenekler, tercihler, alışkanlıkları, gıda maddelerinin üretimi, bunları üretmek için kullanılan araçlar, gıdaların işlenmesi, depolama ve taşıma işlemleri ile ilgilidir. 


Sultan Köşesi iyi yemek iyi malzemeden oluşur doktiriniyle mevsimlere göre bile değişen lojistiğini bu mantıkla gerçekleştiriyor. 


Gastro-turistik ürün ve hizmetlerin sunumunda kalite çeşitli girişimlerin deneyim ve teknik bilgilerini en iyi  kullanan,güçlü bir mutfak kimliğine sahip “Osmanlı Köşesi” yalnızca yiyecek ve içeceğe değil, aynı zamanda yiyecek ve içecekle ilgili diğer ilginç bilgilere dayanmasıdır.


Milletlerin ve medeniyetlerin gelişmişlik düzeyini gösteren maddi unsurlardan birisi yemek kültürüdür.


Osmanlı aşçılık sırları saklandıklarından ölçümleri pişirme aşamaları bulunmadığından “Yıllarca denedik.” diyen Recep İncecik ile yaptığımız söyleşide ; 

İncecik “Milletlerin ve medeniyetlerin gelişmişlik düzeyini gösteren maddi unsurlardan birisi yemek kültürüdür. Milletlerin tarih boyunca doğayla girdikleri etkileşim sonrasında tecrübeyle oluşturdukları bu yemek kültürü onların damak zevkini, zerâfetini ve beslenme alışkanlıklarını yansıtmaktadır.

Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şâhâne hocalarından Mehmed Kâmil’in (ö. 1844'ten sonra) yazdığı ve 1844’te taşbaskı halinde yayınlanan ilk yemek kitabı olan Melceü’t-Tabbâhîn; çorbalar, kebaplar, et yemekleri, külbastılar, yahniler, köfteler, pilakiler, börekler, sıcak ve soğuk tatlılar, zeytinyağlılar, pilavlar, hoşaflar, şuruplar vs. olmak üzere on iki fasıldan oluşmaktadır. İstanbul’daki kadın ve erkek aşçıların temcit makarnası gibi eski yemeklerden başka yemek pişirmediklerini, masrafların da çok yüksek olduğunu gözlemleyen Mehmed Kâmil; eski yemek risalelerini inceleyerek nadir ve lezzetli yemeklerin gereksiz kısımlarını çıkartmış, eserin derkenarına salata, turşu, tarator gibi meze türünden yiyecekler eklemiş ve eserine aşçıların sığınağı anlamına gelen bir isim vermiştir.” Açıklamalarda bulundu



Mekanın ambiansını yaratan şey tanımlanamaz, ancak önemli bir faktördür.


Dışarıda yemek yemenin eğlencesinin bir kısmı, yemek arkadaşlarınızla etkileşim İletişim, tanışma, İş toplantısı, müzakereler, tarihi romantik akşam yemeğini lezzetli ve uygun fiyatla yemek, hoş bir atmosferden zevk almak.

Mekanın ambiansını yaratan şey tanımlanamaz, ancak önemli bir faktördür.

Servis önemli bir konu. İyi hizmet, bilinçli değildir, telaşsızdır ve uygun şekilde özenlidir.  Güler yüzlü hizmetdir.

Restaurantın konumuna bağlı olarak spazmodik bir doluluk oranı vardır, bu nedenle katılımın doruk noktasında dahi masa sıkıntısı çekmeyecek kapasitede olmasıdır.

Kuruluş tüm bunları organize edebileceğini gösteriyor. Şef Sadık Yüzeyil, unlu mamullerde eşsiz duayen kendisini çok lezzetli özel pidesini hazırlarken, fırın önünde görüntüledik.

Güleryüzlü garsonların hizmeti yemek şovları tüm yabancı misafirleri adeta büyülüyor.

Dileğimiz Recep İncecik danışmanlığında bu mutfağın çoğalması Türkiye’ye gelen turistlerin unutamıyacağı lezzeti tatmalarıdır.

yilmazparlar@yahoo.com

9 Ağustos 2021 Pazartesi

İdol Kadınlar-Yılmaz Parlar





İdol Kadınlar

Gizem Şalcıgil White (Turkish Coffee Lady), Türk Kahvesini, Leyla Celalyan (Turkish Delight) Türk Lokumunu, Dünya Markası yapmak hedefine kitlenmişler.



2012 yılından beri Türk kahvesi kamyonuyla Dünya’yı şehir- şehir dolaşan Turkish Coffee Lady, Gizem Şalcıgil White, yapımcılığını üstlendiği "Anadolu'nun Türk Kahveleri Öyküleri"  belgeseli ile Türk kahve kültürünü Dünyaya tanıtacak. 

Hacı Bekir Lokumların 6. Kuşak Yöneticisi Leyla Celalyan (Turkish Delight) Türk lokumunu Unesco Soyut kültürel miras listesine sokmak amacında.

Türk kahvesi ve Türk lokumu ayrılmaz kültürel parça haline geldiği günümüzde belgeselin lokum bölümü Hacı Bekir mekanlarında gerçekleşti.

Kahvenin kültürel bir fenomen haline gelmesine rağmen, Türk kahvesinin tüm dünyaya kahve kültürünü yaydığının bilinmemesi üzerine, Amerika ile güçlü bağlara sahip Gizem Şalcıgil White, yaptığı tanıtım gezilerinde Türk kahvesine popülerlik kazandırdı. 


Kültürel miras atraksiyonları, tarihi gerçeklere dayanan bilgileri sunmak için, sinemanın görsel işitsel gücünü kullanrak, en iyi medya iletişim aracı olan belgesel film ile anlatımı- tanıtmayı benimsemesi mükemmel bir yol. Böylelikle Turkish Coffee Lady, Kitlelerle toplumlarla rahat iletişim kurarak duyguları ve düşünceleri aktarabilecek  



Türk kahvesini yurtdışında bir markaya dönüşmesini hedefliyor.

5 Aralık Dünya Türk Kahvesi Günü'nde gösterime girmesi planlanan "Anadolu'nun Türk Kahveleri Öyküleri"  belgeselinin New York, Washington, Boston, Los Angeles, Las Vegas ve San Francisco gibi başlıca şehirlerde mikro art sanatçısı Hasan Kale'nin sanat gösterileriyle tanıtımı yapılacak.

Türk Kahve Kültürü

Türkçe'de kahvaltı kelimesi "kahveden önce" anlamına gelir. Bu sözcük Türkiye'de kahvenin kültürel önemini göstermektedir. Türk kahvesi, Dünya’daki çoğu kahvenin sunduğu fincanları ile karşılaştırıldığında, içmek için oturmak zorunda bırakılacak şekilde servis edilir.  

Basit oturma eylemi rahatlamayı ve konuşmayı teşvik eder ve bu anlamda Türk kahvesi Türkiye'de sokaklarda sosyalleşmenin odak noktası haline gelmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu kahveyi ısıtılmış bir içecek olarak içme uygulamasını geliştirmiştir. Tüm demleme yöntemleri sürecin başlangıcı 16. yüzyıla kadar uzanmaktadır.

Osmanlı  çekirdekleri ateşte kavurup öğüttükten sonra suda kaynatmıştır. Kahve, 1543 yılında Kanuni Sultan Süleyman döneminde İstanbul’da tanıtılmıştır.

Kahve, Osmanlı İmparatorluğunda saray mutfağının vazgeçilmez bir parçasıydı. Sadakati, sır tutma özelliği ve tabii ki kahve yapma yeteneği nedeniyle seçilen Kahveci Şefinin konumu, saray görevlileri listesinin önemli bir parçasıydı.

Çekirdekler kavrulduktan sonra havanlarda öğütülür ve cezvelerde demlenirdi. Şehrin her yerinde kahvehaneler açıldı. Çok geçmeden Türk Kahvesi İstanbul’da sosyal kültürün ayrılmaz bir parçası oldu. 

İçeceğin popülaritesine dikkat çeken falcılar, kahve telvesi kalıntılarının geleceğinize dair heyecan verici bakış açıları sunduğunu keşfettiler.   

Türk Lokum Kültürü


Boğaz rahatlatan anlamına gelen ‟Rahatulhukum” zamanla lokuma dönüştüğü söylenmektedir.

15.y.y.dan beri Osmanlı mutfağında bilinen tatlıdır. İlk dönemlerde lokum üretiminde tatlandırıcı olarak bal, pekmez kullanılırken su bağlayıcı ve kıvam oluşturucu olarak da un kullanıldığı bilinmektedir 


18. Yüzyılın ikinci yarısında Anadolu’nun rafine şekerle tanışmasıyla diğer tatlı yiyeceklerde olduğu gibi lokum üretiminde de rafine şeker kullanılmaya başlanmıştır. Bir Alman bilgin tarafından 1811 yılında bulunan nişastanın lokum üretiminde un yerine kullanılarak uygun şeker ve nişasta bileşimiyle bugünkü lokum üretimi gerçekleştirilmiştir. 


Unun yerini nişastanın almasıyla ortaya çıkan “Türk lokumu” tüm dünyada bilinir hale gelmiştir. İki üç yüz yıldan beri Osmanlı imparatorluğu toprakları içinde çok aranan lokum, 18. yüzyılda bir İngiliz turist tarafından Avrupa‟ya götürülmesiyle ‟Türk Tatlısı” veya ‟Türk Zevki” anlamına gelen ‟Turkish Delight” olarak tanınmaya başlanmıştır 


Bazı kaynaklara göre15. yüzyıldan beri Anadolu'da yapılmaktadır. Kimi kaynaklara göre ise 18. yüzyıl sonunda  Ali Muhiddin Hacı Bekir  tarafından sert şekerlerden sıkılan I. Abdülhamit'in yumuşak şekerleme isteği üzerine açılan bir yarışma neticesi icat edilmiş ve bu yarışmada da Muhittin Hacı Bekir birinci olmuştur. Bununla birlikte ister 18. yüzyıl ister 15. yüzyılda icat edilmiş olsun lokumu seri olarak üreten, popülerleştiren ve Avrupa'ya tanıtan kişinin Ali Muhittin Hacı Bekir olduğu tartışmasızdır.  



Ünlü mikro sanat dehası Hasan Kale gerek kahve çekirdeklerine gerekse küçük lokum ve bademleri üzerine yapacağı minyatürlerle Guinness rekorlara girmesi için gereken sponsorluk görüşmeleri ve planları Hacı Bekir Lokumları firmasıyla sürmektedir.

yilmazparlar@yahoo.com

8 Ağustos 2021 Pazar

Ayıplı şirketlerin yeni taktiği “yeşil badana” mı?-Yılmaz Parlar




  Ayıplı şirketlerin yeni taktiği “yeşil badana” mı?

Pandemi süreci ile birlikte Ekonomi Gazetecileri Derneği’nin (EGD) başlattığı toplantılar, konularında uzman pek çok kişi ve kurumların yoğun ilgi ve desteği ile devam ediyor. Türkiye’de farklı sorunlara yeni bakış açıları kazandırma ve çözüm arayışlarının sürdüğü toplantıların yedincisi olan İzmir’deki Küresel Isınma Kurultayı sırasında ortaya çıkan “yeşil yıkama” kavramı, geçtiğimiz akşam Türkiye’nin en önde gelen uzman isimlerinden biri olan Dr. Uygar Özesmi’nin verdiği seminerde detaylarıyla irdelendi. Yoğun bir katılımın olduğu seminer, izleyenlerden gelen sorularla geç saatlere kadar devam etti


EGD Başkanı Celal Toprak’ın moderatörlüğünde “Sistemik Bakış: Orman Yangınları, İklim Krizi ve Yeşil Yıkama” başlığıyla Dr. Uygar Özesmi tarafından verilen seminerde, özellikle yeşil ekonomi konusunda atılan kimi adımların, sergilenen bazı faaliyetlerin sahte ve toplumu yanıltıcı olduğu vurgulandı.

Türkiye’de sertifikalı sürdürülebilir orman alanları yalnızca yüzde 28

Sistematik bakış açısıyla Türkiye’deki orman koruma alanları ve yanan ormanlar konusuna değinerek seminere başlayan Dr. Uygar Özesmi, Orman Sürdürülebilirlik Konseyi’nin Sertifikalandırma Sistemine bakıldığında 2012-2020 yılları arasında Türkiye’deki sertifikalı orman alanlarının her yıl arttığını ancak toplam orman işletmelerinin sadece yüzde 28’sinin bu sertifikayı almaya hak kazandığını belirtti.  Bu verinin aslında ürkütücü olduğunu ifade eden Dr. Özesimi, geriye kalan yüzde 72’lik alanların sürdürülebilir işletilmediği anlamına geldiğine dikkat çekti. 

Ormanlara sadece kesimlik kütük olarak bakmak yanlış

Dr. Özesmi, uydu görüntülerinden tespit yapan Avrupa Orman Yangınları Bilgi Sistemine göre 2021’de 120 hektarlık bir alanın yandığını belirtti.  Bu alandaki yok olan ağaç varlığının bugünkü net değerle 2 milyar TL civarında olduğunu ve buraları söndürme ve ormanlaştırma maliyetinin ise 3,5 milyar TL olacağını tahmin ettiğini söyledi. Ancak buradaki TL değerleriyle ormanlara sadece kesimlik kütük olarak bakmanın yanlış olduğunu, çünkü biyolojik çeşitliliğin de korunması gerektiğini dile getirdi. Ne yazık ki biyolojk çeşitlilik açısından Türkiye’de sadece 46 koruma alanından oluşan 408 bin 500 hektar alan olduğunu bunun yanan alanın sadece 3,4 katı olduğu düşünülürse korunan alanları tüm orman alanının %30’una çıkartmak gerektiğini ifade etti.

Kalitesiz linyit kömürü çıkartmak üzere İkizköy’de ormanların kesilmek istendiğini, kömürün termik santrallerde yakılması ile ortaya çıkan karbonun sera etkisini tetiklediğini, bu negatif döngüsel sürecin sonunda artan iklim krizi ile ortaya çıkan orman yangınlarının yine dönüp gelip o termik santralı tehdit ettiğini gösterdi. Bu örnekten yola çıkarak sürecin iklim değişikliğine, iklim değişikliğinin de afetlere neden olduğunu veriler ve grafiklerle anlattı. 




Ayıplı şirketler, şimdi de “Yeşil Badana” ile aldatıyor

İklim Değişikliği ile mücadele konusunda şirketlere ve bireyleri temsil eden STK’lara artık daha büyük sorumluluklar düştüğüne dikkat çeken Dr. Özesmi, bu konuda yeterince toplumsal bir bilinç oluşmadığını verdiği bir örnekle açıkladı. Türkiye’deki son yangınlarda öne çıkan bir sanatçımızın kurduğu çok değerli bir derneğin dünyanın büyük ve iklim değişikliğine neden olan ayıplı fosil yakıt şirketlerinden biriyle “ahbap” ilişkisi içine girip maddi desteği kabul etmesinin tam da bu şirketlerin “Yeşil Badana”sına denk düştüğünü ifade etti. Bu nedenle, afetler ve orman yangınlarının başlıca nedenlerden biri olan İklim Değişikliği sorununun temelindeki iş modellerinin ekolojik ve sosyal faydası ile sağlık gibi toplumsal zararları hakkında herkesi bilinçli olmaya davet etti. Yeşil Yıkama’yı önlemek için özellikle bilim insanları, ekonomistler ve gazetecilerin sorgulayıcı ve bilinçli olması gerektiğinin altını kalınca çizdi. Dr. Özesmi’ye göre “Yeşil Badana”yı önlemenin yolu, şirketlerin üretim süreçlerinin denetlenebilir ve şeffaf hale gelmesinden, üretimlerinin insana ve doğaya ne fayda sağladığının ölçümlenebilir olmasından geçiyor. Ancak böylelikle, iklim değişikliğine neden olan şirketlerin toplumu aldatma yönünde artık “yeşil yıkama” ya da “yeşil aklama” yapamaz hale gelmeleri sağlanabiliyor.  

Yeni ekonomik sistemde şirketler de aktivist olmak zorunda

Dünyada artan çevre duyarlılığı, “İklim Değişikliği” ile mücadele ve “Sürdürülebilir Kalkınma” ilkeleri ile şekillenen yeni ekonomik düzende artık şirketlerin de bir aktivist gibi davranmak zorunda olduğuna vurgu yapan Dr. Uygar Özesmi, dönüşen sürecin şirketler için bir fırsat olduğuna dikkat çekti. Amerika Birleşik Devletleri’nde 2020 araştırmalarında Moderna ve Pfizer’ın dahi önünde en itibarlı şirket olarak “Patagonia” giyim ve spor malzemeleri şirketinin çıktığını, bunun nedeninin de aktivist bir şirket olmasında, müşterilerini çevre hareketi bağlamında örgütlemesinden kaynaklandığını söyledi.  Şirket ayrıca sivil toplum kuruluşlarına destek olurken, yeni döngüsel ekonomik sisteme uyumlanma ve ekolojik inovasyon konusunda başarılı olduklarını söyledi.. 




Artık tüketim değil doğayla dost “türetim” ekonomisi dönemi 

İklim Değişikliği ile mücadele sürecinde insanların doğayla uyumlu ve barış içinde oldukları bir gelecek için çalıştıklarını dile getiren Dr. Özesmi, dünyada artık ayıpsız mal ve hizmet üreten şirketlerin olduğu bu yeni bir iş modelinin giderek yaygınlaşacağına dikkat çekti. 

Türkiye’den çıkan ve Dünya’ya yayılan bir Good4Trust “iyiliğe güven” topluluğu oluşturduklarını açıklayan Dr. Uygar Özesmi, artık tüketim değil “Türetim Ekonomisi” kavramı ile ekolojik ve sosyal açıdan adil üretim ve hizmetlerin oluşturduğu, iyilik ve güvene dayalı bir ekosistemin geliştiğini belirtti. Özesmi’nin verdiği bilgiye göre Good4Trust’ta niyet belgesini imzalayan ve üretim süreçlerini beyan ederek yedi üyeden oluşan seçici konsey tarafından onaylanan 344 üretici işletme faaliyet gösteriyor ve yaklaşık 20 bin kişi bu topluluğa üye.

yilmazparlar@yahoo.com

5 Ağustos 2021 Perşembe

20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı'nın 47. yıl dönümü-Yılmaz Parlar




  


Yavru Vatan, Ana vatan, Mavi Vatan

 

Kıbrıs Türk Kültür Derneği (KTKD) İstanbul Şubesi tarafından, KKTC İstanbul Başkonsolosluğun himayelerinde gerçekleşen 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı'nın 47. yıl dönümü kapsamındaki resepsiyonda;  KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, yaptığı konuşmasında Bölgede bulunan doğalgaz rezervleri ile yeniden dünya gündemine oturan Kıbrıs ve Türkiye için Mavi Vatan sözcüğün altını çizdi.



2 Ağustos 2021 Salı günü tarihin irili ufaklı onbinlerce kültürel sanatsal heykellerini bünyesinde barındıran İstanbul Arkeoloji müzede gerçeklesen etkinlikde birbirinden güzel anlamlı gerçeklere dayanan çok değerli üç konuşmacı; KTKD İstanbul Şubesi Yönetim Kurul Başkanı Zehra Bilge Eray, İstanbul Valisi Ali Yerlikaya KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar Kıbrıs’ın tarih derinliklerinden günümüze ufuk turu atdırdılar.



Hafızaları tazeleyen bilgileri Mavi Vatan sözleri süsledi. Doğu Akdeniz’deki Kıbrıs adası etrafında eşit hak sahibi olunan doğal kaynaklara Anavatan Türkiye ile birlikte sahip çıkma kararlığı, bağları kuvvetlendiren, ulusal çıkarların korunmasında, hak ve hukukun müdafaasında çok önemli bir stratejik boyut kazandırdı. 



Hiç tereddüt etmeden mücadelede canlarını ortaya koyan aziz şehitlere ve Atamıza saygı duruşu sonrası Deniz Kuvvetlerin bandosu eşliğinde İstiklal marşımızın okunmasıyla başlayan Etkinliğe, ayrıca 1.Ordu Komutanı Orgeneral Musa Avsever, İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Şekib Avdagiç, KKTC İstanbul Baş Konsolosu Seniha Birand Çınar, Yüksek rütbeli subaylar, Gaziler, her Uluslararası platformda KKTC’ı dile getirecek Başkanlığı Musa Karademir’in yaptığı BDU Diplomatlar Birliği Yönetim Kurul üyeleri, Pop ses sanatcısı Ziynet sali, elit davetliler katıldılar.



KTKD İstanbul Şubesi Yönetim Kurul Başkanı Zehra Bilge Eray özetle “Temmuz 1974 Mutlu barış Harekatının  neden yapıldığını anlamak , anlatmak, ve unutmayıp unutturmamak için 1974 öncesi Kıbrıs’ta yaşananları gözden  geçirmek  gerekir.

20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatı Kıbrıs Türklerinin gerçek bir soykırımdan Kurtarılarak yenide hayat  buldukları gündür. 



1571 Yılında  Osmanlı İmparatotluğu Tarafından  Fethedilen, Türk vatanı olan Kıbrıs, Osmanlı imparatorluğunun  zayıflaması sonucu 1878 de İngiliz sömürge idaresine geçmiştir.”  


Kıbrıs adasında  yıllarca birlikte yaşamakta olan Rumların  Büyük ideali Enosisi anlatan Eray “ 1 Nisan 1955 yılında Tethiş örgütü EOKA yı  kurarak saldırılarına başladılar. İlk günlerde İngiliz sömürge yönetimine ve İngilizlere saldırılarda bulundular.  Asıl hedefleri ise ENOSİS için en büyük engel olarak gördükleri  Kıbrıs ‘taki Türk toplumu idi. Amaçları İngilizleri adadan kovmak, Türkleri  hazırladıkları planlarla toplu olarak katlederek  ENOSİS’ i  ilan etmekti.”



1950 li yıllardan başlayarak  tüm dünya devletlerinin gözü önünde devam eden   saldırılar 1957-1958  yıllarında arttırılarak adada Türkler için  yaşam şartları dayanılmaz hale geldi. saldırıları sonlandırmak için yapılan  1959-1960 Londra ve Zürih antlaşmaları sonunda 1960 yılında  Türklerin ve Rumların aynı hakları kazandığı bağımsız KIBRIS Cumhuriyeti Kuruldu. 1960 yılı Barış yılı oldu.” Ancak   3 yıl sürdüğünü ifade ederek “21 Aralık 1963 akşamı Akridas Katliam planını uygulamaya başladılar. Kıbrıs Cumhuriyetini  darbeyle, silah zoruyla, kuruluş anlaşmalarına ve Anayasaya aykırı hareket ettiler….Tarifi anlatılmaz katliamları yaşadık. 1963-1974 arasında 11 yıl devam eden açık hava hapishaneliği müddetinde türkler baskı ve zülüm gördüler…Akritas planı ile başlattıkları katliamlara büyük bir titizlikle hazırladıkları İfestos 1974  katliam planı ile 15 temmuz 1974 sabahı saldırıya geçtiler. Özetiyle 20 temmuz 1974 Barış harekatın başlama sebebini vurguladı.



Vali Ali Yerlikaya Rumların, Kıbrıs Türkü'nü azınlık olarak görmeyi sürdürdüklerini, eşitlik temelinde çözümü her zaman reddetme alışkanlıklarına devam etdiklerini, garantör Türkiye'nin her zaman KKTC yanında olacağın altını çizdi. Barış harekatın bunun adeta bir sembolü olduğunu ima ederek, 20 Temmuz, zulme son verilen, Kıbrıs Türk halkının istiklalini kazandığı ve adaya barışın geldiği kurtuluş günü olduğunu belirten uzun güzel bir  konuşma yaptı. 

Cumhur başkanı Ersin Tatar’ın çoşkulu dinamik konuşmasında; bağımsızlık mücadelesi lideri Dr. Fazıl Küçük ile Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş’ı, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ile Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan’ı zaman zaman minnetle anarak yaptığı konuşmasında “Vatanımızda özgür ve korkusuzca yaşıyorsak, bunu aziz şehitlerimize, Mücahit ile Mehmetçiklerimize borçluyuz.”sözleri minnetini yankılandırdı.

Tatar, yine acılı tarihi gözler önüne serdi. Hukuksuzlukdan yoksun ülkelere seslendi.

Türk askerin 16 Ağustos 1960 tarihinde 82 yıllık bir aradan sonra Kıbrıs’a yeniden ayak basdığını, Zürih ve Londra Anlaşmaları ile, Türk ve Rum halklarının eşit kurucu ortaklığında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ömrünün ancak 3 yıl olabildiğini tekrarladı. Enosisi, Akritas Planı’nı, Anayasa’da Türklere tanınan bütün haklar da ayaklar altında çiğnendiğini, 21 Aralık 1963 tarihinde Kıbrıs Türklerine yönelik silahlı saldırıların başladığını yapılan katliamları dile getirdi.  20 Temmuz 1974 Barış Harekatı’nın önemini vurguladı.  

Resepsiyon İTO bünyesindeki Cemile Sultan soysa tesislerinden getirtilen ikramlarla ve sohbetlerle harıra fotoğraları çekilerek son buldu.

yilmazparlar@yahoo.com